31 Aralık 2010 Cuma

''yeni yıl''

Hoşumuza gitsin gitmesin 31 aralık gecesi bekleriz saatin 00.01 olmasını. Zamanın akışına karşı çıkanlar nefret söylemleri yapsa da yeni yıla, zamanın onları yendiğinin en büyük göstergesidir yeni yıl. İlaçtır bir nevi. Yaraya sürülen bir merhem gibi tıpkı. Elbette biyolojik ölüme yaklaşmak benimde hoşuma gitmiyor ne ara diyemeden 22 oldum...11 sene önceki 22 hayalimle şu anki 22 yaşım aynı değil çünkü ben hala 11 sene önceki aybike olarak kaldım. Her sene için farklı hayallerim oluyor kimilerini gerçekleştiriyorum kimileri hayal olarak kalıyor yaşamamı sağlıyorlar genede. bu seneki hayallerimi yazmak istedim ara sıra bakayım yıl boyunca hayatın saçma akışına dalıp gerçeğimi unutmayayım diye. içimdeki aybike lerle daha sık görüşe bileyim diye. 
  • Bu sene piyano çalmayı öğreneceğim. 
  • Öncelikle nota öğrenmem gerekecek.
  • Tırnaklarımı yemeyeceğim bu geceden başlıyorum bu ''hayal'' ime.
  • Daha az dedikodu yapacağım. (ho ho ho)  
  • Gerçekten daha az dedikodu değilde, insanları eleştirmeden önce kendime bakacağım.
  • İnsanları eleştirmeden önce kendime bakacağım için kendimi daha az harika bulmaya çalışacağım.
  • Gittiğim her yerden taş alarak taş koleksiyonu yapmaya başlayacağım.
  • Kitaplığımı okundu ve tür sırasına göre düzenleyeceğim.
  • Daha fazla sabırlı olmam için bol bol dua edeceğim.
  • Bilgisayarımdaki bütün film, fotoğraf ve müzikleri tür sırasına göre düzenleyeceğim.
  • Bir kitaptan esinlenip resim yapacağım.
  • Yaptığım resim berbat olunca üzülmeyeceğim.
  • Çektiğim-Sevdiğim fotoğrafları çerçeveleterek odamı daha fazla aybikeleştireceğim.
  • Cimcimenin yaramazlıklarından, paşanın gevezeliğinden şikayet etmeyeceğim.
  • Hayır demeyi öğreneceğim. ( en önemlisi de bu sanırım)    
Şimdilik bu kadar. 2011 hep 2012 nin altında ezilen bir yıl olarak duruyorsun. 2012 başkalarının kıyameti olsun sen benim ol. ''yeni'' den başlayalım. 

25 Aralık 2010 Cumartesi

''EBEVEYN''

İşe önce ebeveyn sözcüğünün tanımı yaparak başlamak istiyorum: Hayatta hiç bir zaman kafalarındaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak edemeyen insanlara ebeveyn denir.
İnsanlar çocuk sahibi olarak mucize yarattıklarına inanıyorlar. Kendi dinlerinin peygamberleri oluveriyorlar bir anda. Geçici ölümsüzlüklerini görüyorlar o minik can'da.
Kendilerinden bir parça bırakıyorlar akılları sıra, o gidecek fakat ondan bir parça daima dünyada kalacak. ondan o'na ondan o'na.
Anne-Baba oluyorlar çünkü bunu yapacak güçleri var çünkü kendi anne babalarına torun veriyorlar. Yardımcı oyunculuktan başrole terfi oluyorlar böylelikle.
Toplum onlardan bebek bekliyor, onlarda toluma nur topu gibi bir can veriyorlar. Hemde bu işi öylesine abartarak anlatıyorlar ki sanki çok matah bir yanı varmışçasına. Aferin size iki dakika zevke gelerek kendi insanınızı yarattınız bayan x ve bay y. Sevilmek için ''kendi insanını'' yaratmak bunun adı.
İşin garip yanı yarattıklarını sandıkları minikten kendilerine benzemesini istiyorlar hemde aralarında hiç bir bağ yokken. Evet bay y sen o minik burnunu sende o güzel gözlerini geçirebilmişsin çocuğuna bayan x ama onun ruhunu yönetmeniniz belirledi. onu rahat bırakın bence. tıpkı bir bulut bir yıldız gibi senin ama senin değil o.
Bayan x ve bay y yabancılardan boş yere korkuyorsunuz çünkü dünya yabancılardan boş yere korkup kendi yakınlarından zarar gören insanlarla dolu. Yavrunuza kim zarar verebilir öğrenmek isterseniz buyrun size bir adet ayna verelim ha ne dersiniz?
''Yaratılan'' çocuk büyürken her ölümlü gibi altarlara çıkar ve ruhundan bir parça koparır atar aşağıya kurban verir ''tanrılarına''. Ama sonra geri kalan ruhu bir ağaç kurdu gibi kemirir onu. Çünkü; ne tanrılarının istediği kadar tam olabilmiştir ne de tanrıları kadar yarım kalabilmiştir.
Oynadığı oyunun farkına varması ise tam bu zamana denk gelir sevgi yalanını keşfetmiştir masumiyeti son bulmuştur. Oyunun perdelerini kapatmak ister fakat ne zaman dokunsa perdeye, kırmızı kadife kumaş elinde kalır. kapatamaz.
Aniden dekor değişir çocuk başrol olarak bulur kendini sahnede.
Bu arada; sahnelenen oyuna bir isim vermemişim oyunun adı:
''Kalp kırıklıkları öldürür insanı''.

27 Kasım 2010 Cumartesi

mevsim

Mevsimler dörde ayrılır: erkek, kadın, eşcinsel ve yaşlı. Erkek olan tabiki de yazdır. Çok çıplaklık vardır onda sere serpe açılır insanlar yazda bundan memnun olur. Bellidir yazın ne olacağı ya sıcak olur ya sıcak…o üç aydan mutlaka birinde yaşarsınız sıcağı erkekler gibi tıpkı ya sever ya sever, sever gibi yapmaz pek…yapanı var o ayrı. mevsimler lanetlesin o'nu. Eşcinsel olan tabikide ilkbahardır bi kadın gibi bi erkek gibi ne yapacağı belli olmaz bazen bir erkeğin sıcaklığı vardır onda bazende bir kadının rüzgarı...Yaşlı olan sonbahar canım benim belkide dinlesek onu neler anlatır bize…dinleyemiyoruz ki anlayamıyoruz rüzgarın sesinden ne fırtınalar ne aşklar ne sevgiler görmüştür sonbahar dayanamaz yüreği belkide ağaçlarının yapraklarını dökmesi bir tepkidir bize kimbilir…Geldik kadına tabiki de o kış olmalı nerde ne yapacağı hiç belli olmaz yağmuru karı fırtınası dolusu hep bir aradadır ama yumuşaktırda kış aynı zamanda elin yanarak sıcak kestane yiyebilecek kadar yumuşak…tıpkı bir kadın gibi ne istediğini bilmez birazda kötüdür sanki her kadın gibi soğuğu fırlatır yüzüne bir tokat gibi çatlatır dudaklarını…Kış a hoş geldin demek isterim ben... insanlar hep yazı beklerken kışa hoşgeldin demek ne kadar mantıklı bilmiyorum ey kötü kalpli kırmıjı rujlu kadın hoş geldin nerden bakarsan bak çok ŞIK sın biliyorsun değil mi? bu kadar yalakalığa bu sene lütfen söyle noel baba ya hakedene kış aşkı bulsun getirsin bi tane…


ps: fotoğraf için hande arat'a sevgilerimle...

24 Kasım 2010 Çarşamba

mim.

Blog takipçim olan ve takipçisi olduğum dedimdi beni mim'lemiş. itiraf etmeliyim ki önce baya şaşırdım ve anlamaya çalıştım sonrada kolları sıvadım ve cevaplamaya başladım:

1. En sevdiğiniz kelime: ruh
2. Nefret ettiğiniz kelime: lan
3. Ne sizi heyecanlandırır: yorucu bir dönemden sonra gelecek olan tatil ve tatilden sonra gelecek olan yorucu dönem.
4. Heyecanınızı ne öldürür: beklenmedik anda çıkan sürprizler.
5. En sevdiğiniz ses: kedi mırıldaması
6. Nefret ettiğiniz ses: fısıltı
7.Hangi mesleği yapmak istemezsiniz: doktor, akademisyen, hostes, öğretmen, muhasebeci.
8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz: yeşil yol'da bir adam var hani bildinmi? işte onun yeteneğinden isterim.
9. Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz: kendim olmak isterdim ama bir kedi de olabilirmişim.
10. Nerede yaşamak isterdiniz: kazdağlarında
11. En önemli kusurunuz: inat, inat, inat, inatla inat
12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz: kötü huyum yok bence benim. ve işte bu bana çok fazla keyif veriyor.
13. Kahramanınız kim: aybike
14. En çok kullandığınız kötü kelime: embesil
15. Şu anki ruh haliniz: tedirgin
16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler: söyleyeceklerimin hepsinin çoktan bir filozof tarafından söylenmiş olması

17. Mutluluk rüyanız: ruyamdan uyanmamak
18.Sizce mutsuzluğun tanımı: sürekli birşeylere yetişmeye çalışmak
19.Nasıl ölmek isterdiniz: hiç bir şekilde ölmek istemem iyi böyle.
20. Öldüğün zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz: işte şimdi bütün eğlenceyi kaçırdın.

benimde birilerini mimlemem gerekiyor sanırım bende seni mim'ledim:
eylül
bi de seni mim'ledim:
emel

9 Kasım 2010 Salı

gregor samsaya lafım yok benim.


Lafım yok gregor samsa'ya isyanım hamam böceği iken insan olanlara !
Hayatın çarkı arızalanır; bunları bok böceğinden hamam böceğine sonrada insana çevirip tamamlatır metamorfozlarını. Bu insanlar akıl edip çarkı durdurmuşlardır? kesinlikle hayır. bunlar bok toplarken sans gelip onları bulmuştur. Hani deriz ya nefesi 3 kuruş etmeyecek adam diye, bunlar aynen ''o'' dur. okuldaki hocanız, işyerindeki patronunuz, ortağınız, arkadaşınız...bi şekilde varlar hayatımızda. Hani dersin ya ölsün hepsi ölsün diye cevap verirler büyükler: ne sabırsızsın merhametsizsin çabuk sinirleniyorsun diye...Ben orda bi dur derim! ben kendi metamorfozumu yaşayacak cesaretimi kaybetmedim henüz...sıçarım merhametine de sabrınada 3 kuruş etmeyen adamların ağzına küreklen bitane patlatırım. gözlerimi kapatırım açarım kedi olur böcek kovalarım !
aaa bak sic bok kakaa dedim puu bana !
ps: fotoğraftaki bok böceğini google dan arattım. aklımdan aratsaydımda daha fazlasını bulurdum.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Ne kadar mükemmelim? Şahane harukayım.


Pazarlama sektörü hep dikkatimi çekmiştir. Mühendislik patikasına adım atmasaydım kesinlikle seçeceğim diğer yol pazarlama olurdu. Satış temsilcileri, mümessiller ve pezevenkler hepsi pazarlama sektörü içinde ve hepsinin amacı aynı : elindeki ürünü en iyi şekilde ve en yüksek fiyata karşı tarafa kakalamak. Bunların arasından dikkatimi en çok pezevenkler çekiyor tabiî ki de. Tarihin en eski ikinci mesleği. Bu zor ve özen isteyen meslek herkesin ek işi de aynı zamanda., o kadar güzel pazarlıyorlarki insanlar ruhlarını farkına bile varamıyorsunuz bazen. İlk başta tanışıyorsun yavaş yavaş hayran oluyorsun, özeniyorsun fakat ayılıp bayıldığın bu insan aslında parmağında kocaman pezevenk yüzüğü taşıyan bir ruh pazarlamacısı. Ürünü ise orospu bir ruh !
Giriş paragrafımı bitirdim şimdi gelişmeye geçiyoruz :
simulasyon bir dünyada yaşıyoruz ve sadece bir kac kisinin midesi bulaniyor, onlarıda dünya tutuyor…beni de tutmadan önce kusmak istedim içimi…ardından da nane limon içeceğim !
Herkes mükemmel, hepsi elit !
Mükemmelliyetçiliğe tavrımı koyuyorum !Alayına çoklu bit siktir çekip, gözlemlere dayanarak devam ediyorum :
● Kendini Çok çapkın tanıtanlar, sinemada, barda, cafede kız götürenler ; eminim bilgisayar karşısında milyonlarca kez kilolarca mendile dna’larınızı bırakmışsınızdır. Ama siz istediğinizi hemen elde edersiniz diğ mi? Hı hı evet.
● Kendini Moda tanrıçası sananlar : Çok şık ve süpermisiniz ve farklımısınız? Cosmopolitan , vogue, harper's bazaar editör adayları sizi ! Az biraz internet bilgisi ve parayla yapılamayacak hiçbir şey yoktur. Ama siz ikoncansınız pardon !
● Fotopraf sanatçıları : Taksitle aldığınız makinalarla harikalar yaratıyorsunuz gerçekten. Taksimin arka sokakları yaşasın o zaman !!!
● Öğrenim hayatlarında çok başarılı olanlar : siz asla sabahlara kadar ders çalışmasınız , aslında sizler başarınızı beyin kıvrımlarınıza borçlusunuz diğ mi ? yalanınıza ve kıvrımlarınıza tüküreyim.
● Kariyer aşıkları: paranın bilmemnesine koyucam diye düşünürken Türkiye’de yaşadığınızın farkındamısınız? N e kadar çok dayın varsa o kadar çok paran olur bebeğim, istersen zilyontane sertifika al.
●Ne kadar güzelim, mükemmelim her yaptığım beğeniliyor diyen hanım kızlar ! erkekler sizi beğenirken önce memintolarınıza bakarlar ve erkekler, kızlar ne kadar harika ve kusursuz oluşunuzla değil cüzdanınızın ne kadar kalın olduğuyle ilgilenirler
Bi an da ne kadar çok kusursuzluk öreneği çıktı diğ mi?
Evet bildiniz bende mükemmelim canlar !
Bok gibi fotoğraflar çekip, her bakışımda iyi oldu çok ta güzel oldu şahane çekmişim diyorum.
Moda tanrıçası olamıyorum dart taytlar yokmu tüm kariyerimi engelliyor kahrolasıcasılar !
Kendimi çok beğeniyorum sorsanız sen mi Victoria secret mankenlerimi diye kesinlikle kendimi seçerim ! Yüzümüde üşenmedim cetvelle ölçüm tam altınorda kuralına uyuyor hahhaayyy !
Denemeler yazıyorum insanlar tepki verdiklerinde ya da okumaya üşendiklerinde akılları almamıştır salakların diyorum !
Ortalamam bokum gibi. Fazla beyin kıvrımım olduğunu söyleyemeyeciğim. Ama sabahlara kadar çalışıyorum !
Kariyer içinse dayılarım sağolsun !
Şöyle bi baktım da herkes kadar ben de mükemmelmişim . Farklımıyım kesinlikle farklıyım ! dünyada milyonlarca insan var hangisi birbirine benziyorki? Aklınız almadı mı yoksa. Olsun bazen benimde almıyor ama yaşasın mükemmel olmak !
Şimdi nane limon içeceğim ve tutulmama devam edeceğim izninizle.

Yazı çok uzun diye sadece sonuna bakan insan : sen en şahanesin canım benim <3

2 Eylül 2010 Perşembe

Bir vakit olsam


Akşam üstü olurdum bir vakit olsam; güneşin aşkının küstüğü, gece tacizcilerinin göz kırpmaya başladığı zaman diliminden küçücük bir parça da ben alırdım bir vakit olabilsem.
Huzurum sararken her bir canlıyı hüzünlerim rahatsız ederdi onları.
Deniz ve gökyüzünün sonsuz aşkını yaşardım ruhumda. İnsanlar kuşlara yem atarken güzelliğime bakarak iç çekerlerdi ya da bir sayfa daha kaldırmaya başladığım için ömürlerinden ''aşk olsun sana akşam üstü'' derlerdi, ben ona tebessüm ederken.
Velhasıl-kelam
Altı üstü bir akşamüstüyüm ben...büyüsünü her zaman saklayan.

ps: iş bu yazı 19.02.10 tarihinde deniz'e dalmış bakarken deniz için yazılmıştır.

27 Ağustos 2010 Cuma

şeytan kadın melek


Cesaretim yok ya da çok yaşlıyım….dedi kadın.Güzel tonikli, kremli, bakımlı cildimin altında aslında tüm dişlerini kaybetmiş,bacakları selülit dolu yanakları içe çökmüş yaşlı bir kadın var. Kaç kere aşık olmuş,sevdiğini sanmış,kaçmış,kovalanmış bir kadın…şimdiyse bulduğunu kaybetmeyi göze alamayacak kadar cesaretsiz bir kadın…zavallı,acınacak, ucube bir kadın…Aşık olmaya ne vakti olan ne de enerjisi olan bir kadın…ne olacak ki mutlu aşk olsa bile mutlu son olmayacak biliyorum içimdeki yaşlı kadında biliyor dedi kadın.Yazarken ne çok kadın kelimesi kullanıyorum değil mi ? kadın yerine bazen şeytan bazen melek demeliyim dedi…en kırmızı rujunu sildi dudaklarından, sevgilisine dokunurmuş gibi yapan sahte ellerini kremledi ve uykuya daldı keşke uyanmasam dedi kadın şeytan ve melek…

19 Ağustos 2010 Perşembe

aşık melek


Kanatlarım acıyor dedi melek, fani benim gitmem gerek...Cennettime, zamanıma dönmem gerek. Sen sonunu bildiğin bir film'e başlarmısın ölümlü? Gözlerini kor ateşlerle yakıp ebem kuşağından inermisin dünyaya? severmisin bir ruh'suz u? Anlayamıyorum nefretini dedi melek...Ruh'unu mantığınla aşkını şeytanla takas etmişsin dedi...Kanatları acıdı son kez. Başındaki hare belirdi çağırılıyordu gitmesi gerek...
Ahh olamaz dedi kanatlarım kanıyor, ama bizim kanımız, canımız yokki! yoksa yoksa ! evet insan oluyordu yavaş yavaş !
Tanrım keşke başka bir ceza verseydin ona...

12 Ağustos 2010 Perşembe

doğmak büyümek yaşamak ve ölmek


Büyümüyorum artık..Ne boyum uzuyor, ne ilk karşılaştığımda çok utantığım değişikler oluyor vucudumda ne de sesim değişiyor...Ruhumda yaşatsamda çehremdeki çocuğu kaybettim ben üzülerek.
22 yaşındayım ve yaşlanıyorum artık. 22 yaşına nasıl geldim anlamadım daha dün gibi sanki bebeklik odamı başka birine verecekleri gece yatağa işemem. Gerçi 102 yaşıma da gelsem anlamam ben nasıl geldiğimi...
Hayat hep çok basit gelmiştir bana ama aynı zamanda çözülemeyecek kadar karmaşıkda.
Hani ilkokul yıllarında komposizyon yazdırırken derler ya sakın insan doğar büyür yaşar ve ölür gibi basit şeyler yazmayın komplike şeyler yazın. Soruyorum size edebiyat öğretmenleri bundan daha karmaşık ve komplike bir şey olabilirmi?
Şu sıralar ölüm hayatımın ortasına düşmüş bir bomba gibi. Neden bilmiyorum çocukluğumdan beri çekinirim ben herşeyin iyi gitmesinden çünkü hayal kırıklıklarından çok korkarım.
Tam her şeyim düzene girdi derken rahat duramadım gene. Zaten hiç bir zaman sakin bir kafam olmadı benim...Nasıl olsun arkamı göremediğim önümüde 60-70 yıl görebileceğim yıldızlarla kaplı bir boşlukta yaşıyorum. Ağır geliyor bazen bu boşluk bana.
Tarotta ölüm veda anlamına gelir Keyfi ve zamansız ayrılığı simgeler. Bir bitiştir, aynı zamanda yeni bir başlangıç.
Gerçekte de ölüm böyle benim için...Kaç yaşında gelirse gelsin zamansız gelir bu yaşamın biter başka bir yaşamın başlar. İnananlar için böyle inanmayanlar için sonsuz bi sessizlik. Sessizlik daha korkunç belki bunun için inanmak istiyorum...inanıyorum.
Kendi cennetimi düşünmek istiyorum ama hayal dahi edemiyorum hazır değilim daha...son pişmanlıklarımı yaşarken kimleri göreceğim kimler geldi kimler geçti diyeceğim düşüncesi bile boğuyor ruhumu...
Yaptığım ne kadar doğru bilmiyorum ama ben dileklerimin gerçekleşmesi için mum yakarım hep odamda ve o sırada mum sönene kadar dua ederim dileklerimi arzularımı paylaşırım evrenle. Tesadüf bu ya evren ettiğim tüm dualara karşılık verir benim için iyi olanlar olur, olmayanlara ise üzülmem engellenir hep bir şekilde. Şu sıra Tanrım ne olur öleceğimi önceden haber ver bana diyorum. Yoksa dayanamam kanatlarım yarım çıkar araf'ta kalırım...zaman'ım durur.
Bazılarına kolay gelsede hayat benim için çok karmaşık: insan doğar, büyür yaşar ve ölür.
Doğdum ve büyüdüm...Şimdi yaşamak zamanı Ne olur doya doya yaşıyayım film şeridimde pişmanlıklar olmasın...

4 Ağustos 2010 Çarşamba

yazmak yazmak yazmak


Önce ihtiyaç için yazıyorum ben. Yemek,içmek,uyumak gibi olmasada bir ihtiyaç benim için yazmak. Tıpkı bir haftasonu kaçamağı, diyette yenen bir kaymaklı kadayıf ya da kendi başını alıp çıktığın bir yürüyüş gibi. Bir çocuğun çizdiği yamuk yumuk çizgilier misali. Kendime vakit ayırıyorum, kendimi kendime veriyorum tıpkı bir tanrının başka bir tanrıya sunduğu armağan, insanlığa verilen ateş benim için elime kalem almak.
Sonra keyif için yazıyorum içimi döküyorum yalnızlığıma yalnızlık katıp daha çok ben oluyorum. Büyük sır'ın içinde yer aldığımı hissediyorum yazdığım zaman.
Molier ne demiş yazarlık için:
''Yazarlık orospuluk gibidir önce zevk için yaparsın sonra yakın arkadaşların için yaparsın, sonra para için yaparsın.''
İnsan yazarsa birileri için yazar. Ben önce kendim için yazdım şimdi yakın arkadaşlarım için yazıyorum...Para için yazmasamda olur yazarken aldığım haz doyurur zaten beni. Ruhum doysun yeter.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

BİR KEDİM VAR KİMSELERE BENZEMEZ


Evreni dinlemeyen kediyi dinleyemez. Evrendeki sesi. Dip sesi. Dünyanız yalnız insanla, insanın etkinlikleri, ürünleri ile sınırlı ise, insanı saran varlık iklimini yaşayamıyorsa, insan oluşunuzda eksiklik var demektir. İnsan, varlık ikliminin çok ama çok küçük bir parçası. Bunun bilincinde olabildiğince çok ama çok önemli bir parçası.

Teknolojiyle dinleyebiliyor. Bilimle anlayabiliyor. Varlık iklimini dinlemek bu değil. Varlık kitabının görebildikleri satırlarını okuyorlar. Bu kitabın satırları, okuyanın gözüyle buluşunca okunabilir. Göz satırlar ekleyebilir kitaba. Kitap göz ekleyebilir okura. (Kör okur bildiğini okur; dokunmuşu dokur. Okumak, gözü açmalı. Kör gözle nasıl görürüz kediyi?)

Evren yalnız biz insanlar için yaratılmadı. Orada kediler de var. Orada bakteriler, orada karbon, hidrojen, azot. Evreni kedilerle üleşebildiğim için çok mutluyum. Kendimi kedilerle bulduğum için dünyada. Kedilerle buluştuğum için.

Varlık ikliminin o güzel hayvanları, insanların onca baskısına karşın kedilerini korudular. Onlardaki cânın gücü, bendeki cân gücünü hatırlatıyor bana. Burunları doğrultusunda, bıyıkları doğrultusunda yaşadılar.

Biz insanlar içimizdeki pisileri bilemedik (Belki Eski Yunanlı içindeki cânı adlandırırken pisi harfiyle başlayan bir söz kullandı, kediyle ilgili olduğunu bilmeden).

Bir kedi uyur içimde
Bir kedide insan uyur
Ondandır uyuşuruz nicedir kedilerle.
İkimizin de içinde birer kara delik
Sonsuzluk uyur bizde.
Uyanır.

Bir bitimsiz rüyâyı onlarla uyumuyor muyuz? Ailouros. Öyle demişti. Heredot Mısır'ı ziyaretinde, iki bin beş yüz yıl önce, kediyi ilk kez gördüğünde. "Kuyruk sallayan" demekti, onun dilinde. Ailuroi. Kuyruk sallayanlar. Yaşamın bir ucuna, bir diğer ucuna. Hayatımıza öyle girdiler. Büyü oldular. Öbür dünyaların simgeleri. Sevgilerinde bağımsız, isteklerinde ödünsüzdüler. Bizim kediye elbette ulu nazârımız vardır. Tırnaklarını içimizdeki çirkinliklerde bilediler. Yüce peygamber Muhammed onların uykuları önünde ihtirâmla durdu.

Kediyi anlayamadan ölenlere acır içim. Ahmet İnam size bakar sevinir. Sevinirken kalbi yanar göyünür. Yaşamayı bilir de varlık iklimini bilmezsiniz. Tanrıyı bildiğinizi söylersiniz de kediyi bilmezseniz. Teninize dokunan kediden korkarsınız. Neden korkulacak bir varlıktır kedi? İnsandan korkmazsınız da kediden korkarsınız.

Kimler korkmadı ki kediden? Büyük İskender, baygınlık geçirirmiş görünce kediyi. Julius Caesar, Napoleon Bonaparte, I. Abdülhamid ürktüler kedilerden. İmparatordular, padişahtılar, kediden uzak kaldılar.

Şeytandan sayanlar oldu onu tarih boyunca. Papa IX. Gregory (1147-1241) kedi toplu kıyımını buyuranlardandır. Nice güzel kedi, yüzyıllarca zulüm gördü insandan.

Seveni de oldu. Ailurofilia: Kedi sevgisi. Jean Cocteau üstad: "Severim kedileri, severim yuvamı da ondan, onlar görünür ruhudur evimin" demiştir.

İncinen kediyi anlamıştır, yuvasız bir kediyi.

Başına buyruk, kendinden beklenenlere, uyarılara kapalı kediyi. Colette anlamıştır. Anatole France için kediler kitaplar kentinin sessiz bekçileridir. Aldous Huxley hele "yazmak istiyorsan, kedi besle" buyurmuştur. Henry James omzunda bir kediyle yazmıştır. George Sand bir kediydi inceden inceye, kedisiyle aynı kaptan yemek yerdi. Ya Baudelaire? "Yığınların kedileri neden sevmediklerini anlamak kolay" diyordu: "Kedi güzeldir, seçkinlik düşüncesi aşılar insana, temizlik, şehvet."

Kimdir kedi? Dost canlısı, sabırlı, sessiz, dikkatli, zeki, yaramaz, yumuşak huylu, nazik, kibar, canlı, titiz...

Hırsız? Mikrop saçan? Çevreyi kirleten? Tüyleriyle bizi boğabilen? Nankör? Saldırgan?

Kimdir kedi? Sevgilimdir. İçimde oturur. Bana adres sorar. Sonsuzluğu. Bilirmişim gibi.

Kedim, geceleri açtırır balkon kapısını, çıkar dama, yıldızları koklar.

Konuşabilseydi, gizlerini anlatabilirdi evrenin.

Yazabilseydi, varlık ikliminin nice inceliklerini okuyabilirdik.

Şimdi oturmuş koltuğun üzerinde anlatamadığı gizlerin düşünü görüyor.
Benim on beş yıldır can dostum. Kanıtlamakta zorlandığım mantık teoremlerimde yardımcıdır bana; felsefedeki kavram yolculuğumda yoldaştır. Birbirimizi anlar ve sayarız. Kimi zaman nedenini bilmediğim kızgınlıkları olur bana, tırmalayıverir ellerimi. Kimi zaman çeker gider, nerededir bilmem. Bildiği gibi yaşar. Ödünsüzdür. Yılışmaz. Sevgide nasıl durulması gerektiğini öğretir
bana. Öğrendiğim söylenemese de.

Cân ikliminin güzel yaratığı. Hayatı hatırlatıyorsun bana
( yazı Prof. Dr. Ahmet İnam'a aittir.)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

zıt



Nereye gitsem ne yapsam bir doyumsuzluk içimdeki, kalsam gitmek istiyorum gitsem kaldığım yeri özlüyorum.


Ya çok geçmişte takılıp kalmışım ya da çok ilerde bir yerde kendimi beklemeye sıkılmışım.


Kum saatinin tam ortasında sıkışıp kalan bir kum tanesi gibiyim. Ne geleceğimin akıp gitmesine izin veriyorum ne geçmişimin üzerine yeni hayatlar ekliyorum. Tek zaman var o da ''şimdi'' takılıp kalmışım en tartışmalı zamanda.


Bir aybike daha var bende hep beni izliyor sanki o geçmiş ben gelecek, kendim urim yansımam tummim.


İkimiz ortada buluşamadığımız için anlamını aradığımız bu uzun yolda anlam yükleyememişiz birbirimize, çıkaramamışız içimizdeki nur'u.


Tanrı maymunlara yetenek verip cezalandırırken doğayı banada bir diğer aybike'yi vermiş...


Gözle görülmeyen karnavalda aynım ama zıttım var.



16 Temmuz 2010 Cuma

Buzdan Krallık


''-Buz krallığı dünyanın en dibi
+Antartika burası Antartika mı ?
-Hayata kırgınlar için buzdan bir sığınak, burada üzüntü yok gözyaşlaarı donar.''

Hayallerim büyük kendim küçükken en çok sevdiğim oyuncaktı peluş penguen.
Zamanla büyüyüp hayallerimi mantıkla takas ettiğim an anladım neden penguenleri bu kadar çok sevdiğimi, çünkü kanatları var fakat uçamıyorlar, kuşlar ama kuş değiller. Benimde kalbim var fakat sevemiyorum insanım ama insan değilim. Zaten insan denilen maymunların yarattığı zulmu gördükçe pek de içimden gelmiyor kendime ''insan'' demek.
Penguenler nerede yaşarlar diye sordum. Baktım buzdolabı çıktı yaşam yerleri. Dünyanın buz dolabında 'Antartika'!
Hep istemişimdir bende buzdolabında yaşayayım. Annem parçaladığı etleri koyar gibi koysun benide buzdolabına bende bozulmasam etler gibi kırılmasam, üzülmesem, donsa ya gözyaşlarım orada kristal olsa.
Gözyaşlarımı dondurmayı denemedim değil aslında. Sahte bir antartika yarattım kendime dondurdum gözyaşlarımı fakat bu seferde dünyanın kocaman ozon deliği yaktı ciğerlerimi bu efsanevi kıtada.
En son kabullenmekte karar kıldım nasıl penguenler uçamadıkları kanatlarını yüzgeç yapıyorlarsa bende sevemeyen kalbimi süzgeç yaptım...Eledim insanları teker teker en değerlileri kaldı içerde süzdüm attım gerisini...
Buzdan krallığımıda yarattım en baştan adınıda buzdan sığınak koydum. Estimi kafam gelip sığınıyorum.

13 Temmuz 2010 Salı